EMEK VERMEK VEYA ÇABA GÖSTERMEK

Türk Dil Kurumu,

Çaba için; Herhangi bir işi yapmak için ortaya konan güç, zorlu, sürekli çalışma, gayret, efor

Emek vermek için; Özene bezene yapmak, gayret göstermek anlamlarını yazıyor.

Gayret göstermeyi ise azimli olmak ile eşleştiriyor.

Ben, size, çaba göstermenin içindeki savaştan, emek vermenin içindeki sevgiden bahsetmek istiyorum.

Para kazanmak için, bir ilişkiyi sürdürebilmek için, hayallerimizi gerçekleştirmek için, kendimizi anlatmak için, başkasını anlamak için gösterdiğimiz çabaları bir düşünelim. Karşılığını ne kadar alıyorum veya aldığım karşılık gösterdiğim çabayla eşit oranı veriyor mu?

Çabalarken aslında savaş verdiğimizi, savaş duygusu içindeyken sadece hayatta kalmak veya yok etmek amacında olabileceğimizi ve aslında bir savaşın kazananının veya kaybedeninin olmadığını düşündünüz mü hiç?

Para için çabalamak mesela, bir çoğumuzun bilinçaltı kodlarında var olan, ‘’Para kazanmak zordur’’ inanç programıyla eşlenen bir olgu. Çabalarken ya kendini yok edersin ya parayı yok edersin. Çabalamak halindeyken o para gelir ama geldiğinde başka şeyleri genelde parayla sahip olamayacağın şeyleri götürmeye başlar. İlişkini, arkadaşlıklarını ve hatta sağlığını. Ve belki de yavaş yavaş seni.

Ya da gelir, ama sen öyle büyük çaba göstererek, savaşarak sahip olmuşsundur ki, asla seni tatmin etmez. O çabanın karşılığına asla yetmez, yetmediğini, yetemediğini ispatlamak için hayatında büyük masraflar, gereksinimler, ihtiyaçlar yaratırsın. O savaş enerjisiyle kalabilmek artık iyice mecburiyet haline gelmiştir senin için.

Veya bir ilişkide. En çok duyduğum cümlelerden biri ‘Sevmek zordur, çaba göstermek gerekir.’’ Aslında doğru cümle şu olabilir, ‘’ Sevmek çok güzel emek verdiğinde, emek verildiğinde.’’

Çabada, ben senin için bunları yaptım sen de bana karşılığını ver, vardır. Çabada, ben senden daha iyisin yaptım vardır. Çabada, en çok ben uğraştım vardır. Çabada, ispat vardır. Ve bütün bunların karşı taraftaki tek karşılığı, kaçmak, gitmek, ezmek, yok etmek arzusudur. Çünkü, çabada tek başınalık vardır. Emek vermekte ise, özene bezene yapmak, gayret göstermek vardır, gayret göstermenin içinde, isteklendirmek, yüreklendirmek vardır. Hesap bildirmek, hesap sormak, ödetmek veya borçlu hissettirmek yoktur.

Çabada o savaşı kazanmak arzusuyla yenilgiyi kabul edememek ve sürekli boğuşmak, emek vermekte, olmayanı da görebilmek, kabullenebilmek ve bırakıp gitmeyi de bilmek vardır. Ki aslında emek verilen her şey karşılığını verir. Çünkü karşılığını beklemek, bir bedel biçmek yoktur.

Ve en önemlisi, gerçek sevginin olduğu yerde çaba yoktur. Yok olmasının tek sebebi de senin, yaptıklarını çaba olarak görmeyişindendir.

Mesleğini severek yapan bir insanın,’’ iş gibi gelmiyor bana çok keyif alıyorum ‘’ cümlesine hiç şahit oldun mu veya kendin bu cümleyi kuracak kadar şanslı oldun mu?

Ne sabah erken saatte uyandığından, ne uzun saatler çalışmaktan ne de işinin maddi karşılığını alamadığından şikayet eder. Hatta o kadar keyif alıyorum ki bir de üstüne para kazanıyorum bile der.

Bu bir mecburiyet olduğunda, Çalışmak ve para kazanmak zorundayım ile başlar. Çabalıyorum ile devam eder ve karşılığını alamıyorum ile sürer gider.

Çabanın yani savaşın olduğu yerde, hak etmediğini düşünmek, kendine hak görmediğin yerde de değerini, önemini fark edememek vardır. Ne gidebilmek ne de kalabilmek vardır.

Emeğin yani sevginin olduğu yerde, güzellik, bolluk bereket ve şükür vardır.

Ve sevgi alanında olmak önce sadece kendini sevmek ile mümkündür. Kendini sevmek ise, ben bunu hak ediyorum demez ben bunu böyle seçiyorum der. Mutlu olmayı seçiyorum, para kazanmayı seçiyorum, sevmeyi ve sevilmeyi seçiyorum yüreğimle emek emek işliyorum hayatımı der. Mecburum demez, mecbur hissettiği anda bırakmayı seçer. Bıraktığı için yenildiğini değil yenilendiğini hisseder.

Haydi seninle bir oyun oynayalım. 7 gün boyunca, zorundayım, mecburum, çabalıyorum, paralıyorum, uğraşıyorum, didiniyorum kelimelerini kullanmamaya özen göster.

Evi temizlemek zorundayım, sabah erken uyanmak zorundayım, para kazanmaya mecburum, bu ilişkide kalmak için çok çaba harcıyorum, kendimi göstermek için, anlatmak için çok çabalıyorum, çocuğum iyi eğitim alsın diye kendimi paralıyorum. Vs, vs

Evi temizlemek zorundayım yerine evi temizleyeceğim

Erken uyanmak zorundayım yerine erken uyanacağım.

Cümlenin yapısı eylemin ne olduğunu değiştirmese de enerjisini değiştirecektir. Zorundayım dediğinde yapmak için de direnç gösterdiğin ertelediğin veya bir türlü olduramadığın şeyler ilk birkaç gün içinde bile daha kolaylaşmaya başlayacaktır.

7 günün sonunda, kendine 15 dakika zaman ayır ve günlerini gözden geçir. Bir şeyleri yapmak kolaylaştı mı? Veya yapmadığında, yapamadığında içindeki huzursuzluk, rahatsızlık duygusunda bir değişiklik oldu mu?

Hoşuna giden minicik de olsa bir farklılık olduysa, kendini tebrik et. Ve ikinci 7 günlük sürecini başlat. Süre sonunda yine gözden geçir, kendini tebrik et ve üçüncü 7 günlük sürecine geçiş yapabilirsin.

Üçüncü 7 günlük süreci tamamladığında artık hayatında bir alışkanlığa dönüşecek bu oyun sayesinde, yaşamında, çaba zorundalık ve mecburiyetler dolayısıyla savaş enerjisinde eksilme başlayacaktır. Emek vererek yaptığın her şey sevgiyle sana geri dönecek ve yaşamına bolluk olarak yansıyacaktır. Parada, mutlulukta, huzurda, neşede, keyifte ve coşkuda bolluk.

Katkı olması dileğimle

Hayatınızda süreklilik gösteren bir şekilde sizi aşağı çeken, rahatsız eden döngüleriniz var ise, Theta Healing tekniği ile destek almak isterseniz gulsenfunda@gmail.com adresinden iletişim kurabilirsiniz.

BİR KİŞİSEL GELİŞİM YOLCULUĞU

Fotoğraf; Pinterest

Yaygın bir inanış var ki, eğer kişisel gelişim yolculuğuna
başlamışsan, kendini değiştirmek ve dönüştürmek istiyorsan bu çok zorlu bir
yolculuk olacaktır. İçinde acı, mutsuzluk, yalnızlık barındıran bu süreci göğüslemeye
hazır değilsen yolda kaybolabilirsin.



Kısmen katıldığım kısmen de karşı çıktığım bir inanç bu.
Hatta bununla ilgili kendimle sürekli çalışmalar yaparak bilinç altıma bunun aslında
zorlu değil de sürekli yeni şeyler öğrendiğin bir süreç olduğunu öğretiyordum.
Böyle olunca da bazen de sadece öğrenme sürecinde kaldığımı fark etmem de yeni
bir öğrenme deneyimi olmuştu benim için.



Zor mu? Keyifli mi? Herkesin algısına göre şekilleneceğine
ve sürece bırakmanın güzelliğine inanıyorum artık.



Ama yaşamın içinde nelerle karşılaşılabilir, kendi
deneyimlerimden bahsetmek istedim.



Kişisel veya spiritüel gelişim ikisi birbirinden hem çok
ayrı hem de çok bütün. Benim biraz daha spiritüel tarafında ilerleyen bir
gelişimim oldu.



Hayatın bana hiç destek vermediğini, her şeyin, her geçen
gün daha da kötü gittiğini düşündüğüm zamanlarda ki, bu da astrolojik olarak,
Uranüs karşıtlığı ve Neptün, Plüton karesi aldığımız yaş dönemlerine yani 40’lı
yaşlarımın başına denk geliyordu.



Karşıma yavaş yavaş çıkmaya başladı spiritüel bilgiler,
Melekler ile ilgili konuşmalarla bile dalga geçerken sonradan fark ettiğim
ciddi bir düşünce tarzı değişikliği başladı. Kurban bilinci terimini öğrenerek
devam etti, kendini sabote etmek ise favori cümlem olmaya başladı.



Duyduklarımın bazılarını nereden bildiğimi bilmediğim bir
şekilde aslında biliyor ve uyguluyor olduğumu fark etmek iyi hissettirdi,
kendimi beğenmeme yardımcı oldu. Deli gibi okumaya, dinlemeye, araştırmaya,
öğrenmeye dair bir açlık başladı. Buraya kadar iyi ama bu arada, oradan buradan
aldığım bilgileri, temelini, dayanağını bilmeden etrafımdaki herkese anlatmaya
çalışınca işin rengi değişti. Hele, benim gibi haritasında Merkür / Uranüs
karesi olan birisinin, konuşmaya başlayınca susmayı bilememesi, konunun zorlu
denilen sürecini başlattı. Karşımdaki insanları sıktığımı anlamam kolay olmadı maalesef.
Çünkü öğrendiklerim öyle heyecan verici ve kendi hayatımda fark yaratan bilgilerdi
ki özellikle de sevdiğim insanlar da görsün, onlar da faydalansın, onlar da
kendi hayatlarındaki farkı yaşasınlar istiyordum.



İşte burada spiritüel ego veya spiritüel kibir denilen alana
kaydığımı fark ettiğim zamanlar çok canımı acıttı.



Bu sürecin en önemli farkındalığı kendini dönüştürmek, ‘’
Sen değişince dünya değişir’’ sözü çok doğru ama ben değişip dönüşüyorum, siz
de değişin bakış açısı bir felaket. 
Kendi sürecini başlatmamış birisine, kim olursa olsun, (ailen, kardeşin,
eşin, çocuğun, en yakın arkadaşın) sen bir de bu bakış açısıyla bak, yanlış
yerden bakıyorsun, kendini zora sokuyorsun, yanlış insanlarla uğraşıyorsun gibi
cümleler kurduğunda asıl yanlış sen haline geliveriyorsun.



Çok biliyorsun sen, kendi hayatına bak diye yüzüne
söyleyerek senden uzaklaşanlar olabildiği gibi arkandan bu da iyice delirdi
diyerek senden kaçanlar da oluyor. Böylece yalnızlaşma süreci de başlıyor.



İşte, sürecin sınavlarından biri bu oluyor aslında. Sen,
beni kimse anlamıyor, yapayalnız kaldım diyerek yine kurban bilinciyle mi
hareket edeceksin yoksa benzer dili konuştuğun insanlarla ilerlemeye devam mı
edeceksin? Çünkü aslında seninle aynı dili konuşan, benzer yollarda yürüyen
insanlarla da yolların kesişmeye başlıyor.



Ben uzunca bir süre uğraştım ki en sevdiklerim benimle
yürüsün, birlikte büyüyelim gelişelim, ilerleyelim, ayrılmayalım. Büyük kibir.
Çünkü benim yolum doğru, sizin yolunuz yanlış hissini verdiğimi fark etmem uzun
zamanımı aldı. Ve sürekli bir mücadele hali. Sen benimle gel, hayır sen burada
kal çekiştirmesi içinde geliştiğini düşünen ben, kendi adıma bir arpa boyu yol
gidemediğimi anladığım gibi sevdiğimi söylediğim kişilere ne büyük bir saygısızlık
yaptığımı gördüğümde yüzüme sert bir yumruk yemiş etkisini yaşadım.



Ve sürecin bir sonraki büyük sınavı da böylece başlamış
oldu. Suçluluk duygusu! Birilerini olan bitenden sorumlu kılmak, suçlamak çok
rahat ve konforlu bir alanmış. Kendindeki eksiği, hatayı, yanlışı görmeden hep
benim başıma geliyor, zaten bende şans olsa, akıllısı beni bulmaz ki, benim tek
hatam iyilik dolu yüreğim, sadece onun için en iyisini istiyorum o beni
anlamıyor vs. vs. tarzı cümleler bütün sorumluluğu başkasına bırakan ve
kendimizi aklamakta efsane işe yarayan bir taktik.



Bu yalnızlaşma ve kendinle, yanlışlarınla, hatalarınla
yüzleşme süreçleri birlikte işleyebiliyor. Birisi önce, birisi sonra olsa biraz
daha kolay olabilirdi belki, bilinmez. Ve yüzleşmeler bitiyor mu bir noktada
sorusunun cevabı, ben de bilmiyorum olurdu.



Ama yüzleşirken, kendini suçlamak bitiyor mu? Bu daha
cevaplanabilir bir soru. Ne kadar derin bir suçluluk duygusu besleyip
büyüttüğünle orantılı olsa da bence bitiyor. Olana kabul vermek, olanı olduğu
gibi kabul etmeyi öğrenmek ve bir sonraki deneyiminde bunu hatırlayabilmek. En önemli
ayrıntı.



Kişisel veya spiritüel gelişim aslında kişiyi yetişkin olma
sorumluluğunu alma noktasına getiren bir süreç. Benim hocam her zaman der ki;
Yetişkin olmak yaptığınla kalabilmektir. 
Kendine bir alan açarken, diğerlerinin alanlarına ne kadar saygı
duyuyorsun? Kendi kararlarını verirken diğerlerinin kararlarına ne kadar saygı
duyuyorsun?



Düşünsene, çok sevdiğin bir kişi, senin daha önceden
geçtiğin, çok zarar gördüğün bir yolda ilerliyor. Onu durdurmak, zarar
görmesini engellemek için deliriyorsun. Senin yaptığın ama yapılmaması
gerektiğini düşündüğün veya senin yapmadığın ama yapılması gerektiğini
düşündüğün bir konunun içinde. Nasıl durup izleyeceksin?



İşte bu yolda bunları da öğreniyorsun, izlemeyi değil, daha
önce de bahsettiğim gibi herkesin kendi sürecine saygı duymayı. Tek
sorumluluğunun kendi sürecinden bahsetmek olduğunu ve vereceği kararı saygı
duyarak kabullendiğin gibi şefkatle de yanında durabilmeyi öğreniyorsun. Israr
etmenin, öfke göstermenin senin yolun yanlış benim yolum doğru tutturmasının
arkasındaki kibir ve kontrolcülük duygusuyla yüzleşmenin acısı yeni bir tokat
etkisi.



Bütün bunlarla içinde fırtınalar koparken yaşamın içinde
sakince akabilmek? Offf ki offff. Her şey yolunda zannederken bir anda kopan
bir olay, her şey berbat derken bir anda yoluna döndüren başka bir olay.
Nirvana’ya ulaştım derken, en edepsiz halinle yüzleşmek durumunda kaldığın bir
başka olay. Ben kendimi yırtıyorum kişisel gelişimimi sağlamak için bak şimdi
beni ne hale getirdiler çığlıkları. Hooppp başa dön yine başkalarını suçladın!
Ahh bunlar benimle alakalı ben ne yaptım cümleleri hoop kendini suçladın. Aman
Allahım ben galiba başaramıyorum, beceremiyorum göz yaşları. Hoop içindeki
değersizlik ve yetersizlik duyguları karşına duvarı ördü yine.



Tam dibe battığını hissederken, okuduğun, duyduğun bir cümle
ile güç alarak biraz daha güçlü bir yükseliş ve sonra yine dibe batış. İnsan
bir kere batıp da yerden güç alarak tekrar kalktığında bir daha hiç düşmezmiş
hep yukarı doğru bir ivmesi olurmuş sanrısının farkındalığı. Ve debelenmeler
içinde kendini aşağı çekiş halleri.



Düşmek ne demek? Kalkmak ne demek? Aşağısı ve yukarısı ne
demek? Ve aslında hiçbirinin gerçek olmadığını senin verdiğin anlamlarla bir
hale geldiğini fark etmek. Benim düşmek dediğim belki başkası için sendelemek, kalkmak
dediğimde belki de başkası için düşmek. Yani yol aslında dümdüz ve sadece
farklı sokakları var ve o sokaklarda gezip dolaşmak var. Bazılarını beğeniyorsun
bazılarını beğenmiyorsun başka bir sokağa dalıyorsun.



Ve bütün bu yolculuk boyunca tam da ihtiyacın olan rehberler
sürekli sana eşlik ediyorlar. Onları da iyi/ kötü doğru / yanlış olarak
etiketlemeden, senin o an da neye ihtiyacın varsa sana onu veren rehberler.



Ve bir şey daha öğreniyorsun, en büyük düşmanlığının da en
büyük hayranlığının da aslında senin içindeki potansiyelin olduğunu. Ve bunların
senin gizli kimliklerin olduğunu. 
Düşmanlık veya öfke gösterdiğin bir davranışın gölge yanın olduğunu onu
görüp kabul vermeden, hayranlık duyduğun davranış şeklinin potansiyelin
olduğunu ve onu ortaya çıkartmanı engelleyen tek şeyin gölgelerini reddetmek
olduğunu. Yazarken ve okurken bile bu kadar karışık gelen bir şeyi anlamak,
anladığına kabul vermek ve kabul verdiğini hayata geçirmek. Ve yolculuğun başka
bir süreci daha başladı.



Rehberler ararken, rehberlik de yapmak istiyorsun ve hatta çoğu
zaman farkında olmadan yapıyorsun da. En büyük şifacılar, en yaralı insanlardan
çıkar cümlesini duyunca, yaralarını küçümsüyorsun bile. Benim yaram şımarıklık
sadece, ne yaralı insanlar var bu hayatta diyorsun. Korkuyorsun yardım
edemezsem diye. Ve yine başka bir süreç, herkesi kurtarma çabası, arzusuna
eşlik eden büyük kibrin ile değersizlik, yetersizlik duygusunun ölesiye
çarpışması. Büyük harflerle yazıyorsun aklına, sen kurtarıcı değilsin. Herkesin
duymasına, görmesine duyduğun ihtiyacın altında yatan onaylanma arzusunu anlayıp,
sen kendini onaylayamazken hiç kimsenin onayının seni tatmin edemeyeceğini,
başkalarına şefkat göstermeye çalışırken kendini nasıl yerden yere vurduğunu
fark ederek yine suçluluk duygusuyla yüzleşiyorsun.



Yani bitti sandığın, içinden geçtim ve atlattım dediğin bütün
süreçler kendi içlerinde devinimlerini sürdürmeye devam ediyorlar. Oruç Aruoba’nın
bir yazısını hatırlıyorum;



‘’Bir mum yaktığında, bir süreç başlatırsın –
ama yürüyüşü senin elinde olmayan bir süreçtir bu; artık, kendi oluşma biçimini
izleyecek, senin elinde olmadan da zaman içinde, varması gereken noktaya
varacaktır’’



İşte kişisel veya spiritüel gelişim sürecini tam da bu mum
sürecine benzetiyorum. Her şey tam da zamanında ve tam da olması gerektiği gibi
oluyor. Yazının sonunda sen ne yaparsan yap mumun sönecektir diyor ama ben de
diyorum ki, sen mumun içinde yanan fitil gibi önce kendini aydınlat sen
yandıkça ateşin de aydınlattığın alan da büyüyecektir.



En başa geri dönersek, zorlu bir yolculuk mu? Ben yolculukta
olma halinden keyif almayı, her deneyimin bana verdiği hizmetini anlamaya
başladıktan sonra zor veya kolay olarak adlandırmayı bıraktım. Bu, bir bebeğin
anne karnına düştükten sonra sağlıkla doğabilmesi için olan süreci gibi, bir
tohumu veya fideyi toprağa ektikten sonra, lezzetli meyveler vermek için tamamlaması
gereken süreç gibi herkesin kendine özel devam ettireceği, erken, geç, zor,
kolay, uzun, kısa gibi tanımlamaların olmadığı tam zamanında ve tam da olması
gerektiği gibi bir süreç.



Bu yolculuğa 2017 yılının sonlarında başladım. Ve hatta bu
blog sayfasını o dönemde açmıştım, Funda yeni bir yolculuğa başladı diye bir
yazı bile yazmıştım ama devam etmemiştim. Yani neredeyse 7 yıl önce başlayan
bir hikaye devam etmek için bugünü bekledi. 7 gün, 7 ay, 7 yıl veya 70 yıl
herkes için farklı ve hiç kimsenin süreci bir başkasından daha anlamlı veya
daha anlamsız değil herkes için tam da olması gerektiği zamanda tam da olması
gerektiği şekilde.



Sevgi ve Dostlukla, katkı olması dileğiyle!

Funda Gülşen İpekçi

İnstagram @fundikoloji

SOSYAL DANSLAR!!!

Herkesin,herhangi bir dans dersine katılmak için,dans etmeyi sevmek dışında mutlaka bir sebebi vardır.Zayıflamak,arkadaş edinmek,merak,ilgi görmek,kendi çevresinde fark yaratmak,depresyon,sevgiliden ayrılmış olmak,güzel bir kız veya yakışıklı bir çocuk.sevgili veya arkadaş zorlaması.Herhangi biri,belki hepsi:) Ve size önemli bir itiraf,bütün hayatı normal,keyifli,mutlu,sosyal hayatında sorun olmayan biri durduk yere ben dans dersine gideceğim demez.

Mesela benim başlamak için ayrı,devam etmek için ayrı sebeplerim oldu.Babam ölmüştü ve ağır bir depresyondaydım.Terapi görüyordum,bir torba ilaç kullanıyordum ama işe yaramıyordu,dans derslerine başladıktan sonra hem terapiyi hem ilaçları bıraktım hatta o kadar abarttım ki,haftanın 6 günü dans ediyordum ve arkadaşlarımdan bile uzaklaştım,yepyeni bir hayata geçtim.Doğru mu yanlış mı tartışmaya bile gerek yok,o zaman öyle istiyordum ve yaptım.Devamında ise Hocamı Kocam yapınca gönüllü mecburiyet bu günlere geldi.Yani aslına bakarsanız ben de başta saydığım sebeplerin hepsi vardı galiba. Ve Dans hepsine çözüm getirdi 🙂

Ama asıl önemli olan ne biliyor musunuz?Başlama sebebinizi kabul ederek,çözümü için kapıyı açmanız.Bunları rahatça söyleyebilmek de sizi güçlü kılacaktır.Kendini inkar hayatın her alanında var,ben şu an sadece Dansdaki inkardan bahsediyorum.Sizin sebepleriniz kimseyi ilgilendirmez ama,sonuçları sizi fazlasıyla etkileyebilir.Çünkü dans etmenin içindeki enerji,sizi öyle bir etkisi altına alır ki,bir bakarsınız sebebiniz ilmek ilmek çözülmüş.

Ama kabul etmediğiniz bir sebep,hayatınızı daha da içinden çıkamayacağınız bir hale getirir.Çünkü herşey size batar,muhtemelen orada ben kötüysem başkaları da kötü olsun duygusuna bile geçiş yapabilirsiniz.Kendinize rakip göreceğiniz bir hemcinsiniz,karşılık göremediğiniz bir karşı cinsiniz,sizi iyice hırslandırıp uzaklaşmanızı da önleyecektir.

Ve sonuç,sizin bütün çabalarınıza rağmen insanlar hafiften etkilenseler bile kendi güzel yaşamlarına,güzel enerjilerini çoğaltarak devam edeceklerdir.Bu duygu sizin canınızı acıttı mı?O zaman vazgeçin,bırakın kendinizi,dansın titreşimleri bütün benliğinizi sarsın,buna izin verdiğiniz her noktada hayatınızın gitgide güzelleştiğini göreceksiniz.

Dedikodu,haset hayatın birçok alanına yayılmış,dışarda bırakın bütün bu duygularınızı,onlardan kurtulmaya geldiniz.Kim önemsiyor ki,birinin sizin güzel dans etmediğinizi düşünmesini?Bunu düşünen veya konuşan ne kadar güzel dans ediyor?Gülüyor musunuz oradayken?Önemli olan bu.

Dans edin,eğlenin,kahkahalar atın,bakın bütün hayat nasıl da kolaylaşıyor:)

SEVGİ ve DOSTLUKLA

GÜLÜMSEYEREK

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KENDİMİ FARKETMEK

Bir blog yazısında illa sosyal duyarlılık veya mesaj verme kaygısı olmalı mı diye düşünüyorum bazen.Yazıp yazıp siliyorum,ayy bu cümle  beni çok  basit gösterdi,ayy bunu yazarsam birisi üzerine alınır şimdi,ayy bu da çok mu felsefik oldu acaba?

Halbuki ne gerek var,ben bu sayfayı oluştururken topluma hizmet vereceğim,sosyal farkındalık yaratacağım modunda değildim ki!Neydi amaç?Yazmak!Ne yazmak?Aklına geleni,seni rahatsız edeni,sevdiğini,sevmediğini,çocuklarını,evcil hayvanlarını belki,gibi gibi tamamen kendimle ilgili hisleri.

Bu yüzden,yazdıklarımı üstüne alınıp kendini bana kapatacaklara da,kendini sorgulayacaklara da,yine neler saçmalamış diyeceklere de,okuyup beğeneceklere de Selam olsun!

Ne istediğimi,nasıl yapacağımı sorguladığım dönemlerden geçiyorum.Bu süreçte bazı farkındalıklar edindim.Düzeltmem,değiştirmem,kaçmam,üstüne gitmem gereken farkındalıklar bunlar.İnsanların beni sorgulamalarının ya da onaylamalarının gerekmediği ve benim de başkalarını sorgulamaktan ya da yargılamaktan vazgeçtiğim şu dönemlerde huzurun sadece karar vermekte olduğunu hissediyorum.O kararı vermenin zorluğuysa içimi biraz bulandırıyor açıkçası.

Bazen tamamen kaçasım geliyor herşeyden,bazen üstüne koşasım.Bazen kimseyi görmeden,konuşmadan günler geçiresim,bazen de herkesi eve toplayıp misafir edesim.Yıllar içindeki yaşamsal deneyimlerimi gözden geçirip,iyinin de kötünün de amacı neydi diye düşünürken;yaşarken kötü görünenin,şimdi bakınca iyi ki haline geldiğini,iyi ki’lerin mutluluk kaynağım olduğunu farkediyorum.Sonuç Polyanna Funda,olan herşey bütünün güzelliğine katkı sağlamak için düzenin bir parçası.Ve bunu farkedince,şu zamanların yakın dönemde en güzele dönüşeceğini hissetmenin verdiği keyif.

Yıllardır çok dikkate almadığım düşünce şeklinin,yaşam tarzının,bakış açısının içine doğru inanılmaz bir hızla çekiliyorum.Sürekli araştırma yapıp,okuyarak,bazen karman çorman olarak,paylaşmak istediğim zamanlarda bazen yargılanarak,bazen de aa ben zaten bunu biliyormuşum diyerek.En çok da kendimi bulmaya başladığımı hissederek.

Dedikodu yapmayı sever misiniz?Hepimizin kurduğu,kendimizi akladığımız cümle de,Canım olmuş olanı konuşmak dedikodu değil ki!Ben severdim dedikoduyu,hala da severim yalan yok.Ama şöyle bir fark oluştu artık,eskiden birisi şunu yapmış bunu yapmış diye anlatılırken,kendi hissettiğim duygularla bahsi geçen kişiyi değerlendirirken artık yargılamadan dinlemeyi ve o kişi hakkında karar verme yetkisinde olmamayı becerebilerek.Ve bu değişimin beni ne kadar özgürleştirdiğini farkedip şükrederek.

Çünkü ister istemez o olumsuz ruh haliyle X birine karşı öfke haline geçiyordum.Ve asıl karmaşa o X i karşımda gördüğüm anda başlıyordu.Yani öfkeli olduğun kişiye karşı iyi biri gibi davranma zorunluluğu hissi.Sizi bilemem ama bana kendimi sahtekar hissettirmiştir hep.

Kendini bulmak derken,dedikoduya nasıl atladın birden derseniz,Funda’nın gerçek dünyası böyle şekillenmeye başladı diyebilirim.Dedikodudan vazgeçerek değil,yargılamadan vazgeçmeyi öğrenerek.Başkalarının hayatıyla ilgili ayıracağım zamanı kendimle ilgili harcamaya başlayarak.

Yani,Funda güzel bir yolculuğa başladı ve bu yolda çok iyi hissediyor kendini.Sizin de kendinizle ilgili dürüst bir yolculuğa çıkabilmeniz dileğiyle;

SEVGİ VE DOSTLUKLA

GÜLÜMSEYEREK…

 

 

Öncelikler ve Beklentiler

Birçoğumuzun sorunudur,önceliklerini belirleyememek veya beklenti içinde olmak veya birilerinin beklentisi olmak. Ve bence bütün ilişkileri perişan eden de bu üç durumdan biri ya da hepsi.

Bazı sabahlar uyandığımda aklımda bir cümle,düşünce dolaşır durur.Onun üzerine kendi kendime konuşurum,blog yazma fikri de bu sebeple çıktı zaten.Bu sabahın düşüncesi de bu konu oldu.Arkadaşlıklarımı düşündüm.Çok yakın olduklarım,yakın olduğumu sandıklarım,uzak olanlarım ve uzak olduklarını sandıklarım.

Herhangi birinden bir beklentim var mı diye düşündüm?Ne bileyim?Araması olabilir yanımda olması olabilir beni onaylaması olabilir,sevmesi olabilir.Minicikten,kocamana kadar.Bir de benden beklentisi olanları düşündüm.Onları farketmek çok kolay değildi,dillendirilenler değil de,dillendirmeyenleri yani.Beklentilerini söyleyenlerle herhangi bir sorun yok,çünkü istemek çok doğal bir durum.Ama cevabı beğenmeyenler ve sonrası problem.Sadece cevabı beğendirmek için hareket etmek daha büyük problem.

Kendime dönüp bakınca,birkaç sene öncesine kadar hep cevaplarımı beğendirmeye çalıştığımı farkettim.Ayıp olmasın diye,ya beni sevmezse diye çeşitli kendimi zayıf,aciz görme nedenleriyle hep benden isteneni yapmaya çalıştım.İstemediğim halde evet dediğim herşey bütün ağırlığıyla üstüme yapışıp kalıyordu,sonuç mutsuz Funda,belki biraz da kurban Funda.Galiba kendime acımayı seviyordum ama olsundu çevremdeki insanlar da beni seviyordu.Benden birşeyler istemeleri beni sevdikleri anlamına gelmiyor muydu?Ben her isteneni yapabilirdim,süper Fundaa…

Uyanma anım,nerede ne zaman ne sebeple oldu hatırlamıyorum.Sanırım kendimi çok yorgun ve mutsuz hissettiğim bir yerlerdeydim.İnsanların beni sevmeleri için neden uğraştığımı sorgulamaya başladım.Acaba beklentilere cevap vermeye çalışmak kendime de onlardan beklenti yaratma hakkı görmek için miydi?Bilmiyorum.Beklentiler yarattım mı?Bilmiyorum.

Ve yavaş yavaş kendimi uzaklaştırmaya başladım.Uzaklaştıkça beni çok yoran ilişkilerimi daha çok farkettim.Önceliğimi kendi sevdiğim insanlara yönlendirdim ve beni de sevenler diye ayrı bir kategori oluştu.Tabi,bu arada şartlar ve mecburiyetler sebebiyle hayatıma giren insanlar oldu.Yeni tanıştıklarımla ilgili de hatalar yaptım,yanlış öncelikler verdim ama düzeltebildim.Ve son zamanlarda beni sadece Funda olarak seven insanlarla doldu hayatım.Funda’yla konuşmak için,Funda’da olsun diye.Funda o anda istemiyor diye küsmeyen,sitem etmeyen,ısrar etmeyen ve zorlamayan.Beni özgürleştiren,saygı duyan,yormayan,mutlu eden ilişkiler.

Öncelikler mi?Kendi çekirdek ailem en başta gelmek üzere,o anda gönlüm kiminle olmayı,ne yapmayı seçiyorsa o.Beni önceliğine almayan insanlar mı?Biliyor musunuz?Yazdığım anda düşündüm bu konuyu da,ben istiyorum diye benimle görüşmek zorunda olsalar,yukarıda yazdığım her satıra ihanet etmez miydim?Çağrılmadığım,olmadığım hiçbir an beni üzmüyor artık.Tabi,çağrıldığım,ısrar gördüğüm yere gitmediğim için gördüğüm tepkiler de hiç sorun değil benim için.

Tercihlerine saygı duymadığım,tercihlerime saygı duymayan bütün ilişkilerden kendimi arındırdım.Bütün beklentilerimi sıfırlayabildim mi bilemiyorum,çok ayrıntılı düşünmem gerek.Fakat beklentilerimi kestiğim ilişkilerimin çok daha keyifli ve mutlu edici olduğunu farketmek bana yeni bir bilinç kapısı açtı.

Haydi sen de bir düşün!Kendi beklentilerini,senden beklenilenleri,mecbur hissettiklerini ve asıl önceliklerini…

Sevgi ve Dostlukla

GÜLÜMSEYEREK

Merhaba!!

Başlık gibi,gönülden bir Merhaba!!

Benim adım Funda,bu bloğu neden açtığımı ve neler yazacağımı bilmesem de,sosyal medyada yaptığım paylaşımlarım için,arkadaşlarım tarafından yazmalısın desteğine güvenerek denemek istediğimi söylemeliyim.

Biraz kendimi anlatayım ilk yazımda,1977 doğumluyum,95 yılından beri Bodrum’da yaşıyorum.Üç çocuklu bir ailenin hem ortanca hem de küçük çocuğuyum,çünkü İkiz kardeşimle birlikte doğmuşuz.İlk,orta ve Lise eğitimimi İstanbul’da tamamladıktan sonra,ailevi durum sebebiyle Bodrum’a yerleştik.Çalışma hayatına başladığım için Açık Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü’ne kayıt yaptırarak diplomamı aldım.Çeşitli sektörlerde çalışma hayatımı sürdürürken,Sosyal Hayatım için Latin Danslarına başladım ve dünyam inanılmaz güzelleşti.Dans etmeyi çok sevmemin yanı sıra,Hocamla birbirimizi sevdik ve 1 yıl içinde kocam haline geldi.2008 yılında evlendik ve 2010 yılında ailemizi bütünleyen ikiz oğullarımız Ata ve Azat’ın dünyaya gelmesine vesile olduk.

Bu arada Koca’yı yalnız bırakmamak bahanesiyle,ondan sebep ben de Dans Hocalığına terfi ettim.Hamileliğim ve doğum sonrası toplam 4 yıl boyunca tam zamanlı ev kadını oldum,sonrasında onlar kreşe ben yeniden çalışma hayatı derken derken en son Sigortacı oldum ve hala devam ediyorum.

Velhasıl kelam,gündüz Sigortacı,Akşam Dansçı(hergün değil tabi),gece Anne,ev kadını ve eş pozisyonlarında,tam zamanlı olarak görev yapmaktayım.Hangi Funda olmayı çok seviyorsun?derseniz hepsiyle ben bir bütünüm derim ama illa tercih sorarsanız,Anne olmak hiçbir duyguyla örtüşmeyecek kadar önemli benim için.

Aaaa şunu da dip not olarak belirtmeliyim ki yaklaşık bir senedir de Enerji çalışmalarına merak sardım.Bakış açımı ve kendimi yenilememi sağlayan bir merak oldu bu.Ve blog oluşturma düşüncesi ne zamandır aklımda olmasına rağmen gerçekleştiremediğim bir fikir iken,enerji çalışmalarıyla ilgili araştırmalar yaparken karşıma çıkan wordpress sayfasının bir tesadüf olmadığını düşünerek hemen kaydımı yaptım.

Belki benim için bir günlük olarak kalacak,belki ilerleyecek takipçilerim olacak,hiç bilmiyorum,hatta önemsemiyorum şu anda gidişatı.Yapmam gerekenin bu olduğunu biliyorum sadece.

Şimdilik,yıllar önce kızkardeşimden kopyaladığım ve mektup yazdığım dönemlerde çokça kullandığım,Sevgi ve Dostlukla Gülümseyerek Hoşçakal diyorum…