BİR KİŞİSEL GELİŞİM YOLCULUĞU

Fotoğraf; Pinterest

Yaygın bir inanış var ki, eğer kişisel gelişim yolculuğuna
başlamışsan, kendini değiştirmek ve dönüştürmek istiyorsan bu çok zorlu bir
yolculuk olacaktır. İçinde acı, mutsuzluk, yalnızlık barındıran bu süreci göğüslemeye
hazır değilsen yolda kaybolabilirsin.



Kısmen katıldığım kısmen de karşı çıktığım bir inanç bu.
Hatta bununla ilgili kendimle sürekli çalışmalar yaparak bilinç altıma bunun aslında
zorlu değil de sürekli yeni şeyler öğrendiğin bir süreç olduğunu öğretiyordum.
Böyle olunca da bazen de sadece öğrenme sürecinde kaldığımı fark etmem de yeni
bir öğrenme deneyimi olmuştu benim için.



Zor mu? Keyifli mi? Herkesin algısına göre şekilleneceğine
ve sürece bırakmanın güzelliğine inanıyorum artık.



Ama yaşamın içinde nelerle karşılaşılabilir, kendi
deneyimlerimden bahsetmek istedim.



Kişisel veya spiritüel gelişim ikisi birbirinden hem çok
ayrı hem de çok bütün. Benim biraz daha spiritüel tarafında ilerleyen bir
gelişimim oldu.



Hayatın bana hiç destek vermediğini, her şeyin, her geçen
gün daha da kötü gittiğini düşündüğüm zamanlarda ki, bu da astrolojik olarak,
Uranüs karşıtlığı ve Neptün, Plüton karesi aldığımız yaş dönemlerine yani 40’lı
yaşlarımın başına denk geliyordu.



Karşıma yavaş yavaş çıkmaya başladı spiritüel bilgiler,
Melekler ile ilgili konuşmalarla bile dalga geçerken sonradan fark ettiğim
ciddi bir düşünce tarzı değişikliği başladı. Kurban bilinci terimini öğrenerek
devam etti, kendini sabote etmek ise favori cümlem olmaya başladı.



Duyduklarımın bazılarını nereden bildiğimi bilmediğim bir
şekilde aslında biliyor ve uyguluyor olduğumu fark etmek iyi hissettirdi,
kendimi beğenmeme yardımcı oldu. Deli gibi okumaya, dinlemeye, araştırmaya,
öğrenmeye dair bir açlık başladı. Buraya kadar iyi ama bu arada, oradan buradan
aldığım bilgileri, temelini, dayanağını bilmeden etrafımdaki herkese anlatmaya
çalışınca işin rengi değişti. Hele, benim gibi haritasında Merkür / Uranüs
karesi olan birisinin, konuşmaya başlayınca susmayı bilememesi, konunun zorlu
denilen sürecini başlattı. Karşımdaki insanları sıktığımı anlamam kolay olmadı maalesef.
Çünkü öğrendiklerim öyle heyecan verici ve kendi hayatımda fark yaratan bilgilerdi
ki özellikle de sevdiğim insanlar da görsün, onlar da faydalansın, onlar da
kendi hayatlarındaki farkı yaşasınlar istiyordum.



İşte burada spiritüel ego veya spiritüel kibir denilen alana
kaydığımı fark ettiğim zamanlar çok canımı acıttı.



Bu sürecin en önemli farkındalığı kendini dönüştürmek, ‘’
Sen değişince dünya değişir’’ sözü çok doğru ama ben değişip dönüşüyorum, siz
de değişin bakış açısı bir felaket. 
Kendi sürecini başlatmamış birisine, kim olursa olsun, (ailen, kardeşin,
eşin, çocuğun, en yakın arkadaşın) sen bir de bu bakış açısıyla bak, yanlış
yerden bakıyorsun, kendini zora sokuyorsun, yanlış insanlarla uğraşıyorsun gibi
cümleler kurduğunda asıl yanlış sen haline geliveriyorsun.



Çok biliyorsun sen, kendi hayatına bak diye yüzüne
söyleyerek senden uzaklaşanlar olabildiği gibi arkandan bu da iyice delirdi
diyerek senden kaçanlar da oluyor. Böylece yalnızlaşma süreci de başlıyor.



İşte, sürecin sınavlarından biri bu oluyor aslında. Sen,
beni kimse anlamıyor, yapayalnız kaldım diyerek yine kurban bilinciyle mi
hareket edeceksin yoksa benzer dili konuştuğun insanlarla ilerlemeye devam mı
edeceksin? Çünkü aslında seninle aynı dili konuşan, benzer yollarda yürüyen
insanlarla da yolların kesişmeye başlıyor.



Ben uzunca bir süre uğraştım ki en sevdiklerim benimle
yürüsün, birlikte büyüyelim gelişelim, ilerleyelim, ayrılmayalım. Büyük kibir.
Çünkü benim yolum doğru, sizin yolunuz yanlış hissini verdiğimi fark etmem uzun
zamanımı aldı. Ve sürekli bir mücadele hali. Sen benimle gel, hayır sen burada
kal çekiştirmesi içinde geliştiğini düşünen ben, kendi adıma bir arpa boyu yol
gidemediğimi anladığım gibi sevdiğimi söylediğim kişilere ne büyük bir saygısızlık
yaptığımı gördüğümde yüzüme sert bir yumruk yemiş etkisini yaşadım.



Ve sürecin bir sonraki büyük sınavı da böylece başlamış
oldu. Suçluluk duygusu! Birilerini olan bitenden sorumlu kılmak, suçlamak çok
rahat ve konforlu bir alanmış. Kendindeki eksiği, hatayı, yanlışı görmeden hep
benim başıma geliyor, zaten bende şans olsa, akıllısı beni bulmaz ki, benim tek
hatam iyilik dolu yüreğim, sadece onun için en iyisini istiyorum o beni
anlamıyor vs. vs. tarzı cümleler bütün sorumluluğu başkasına bırakan ve
kendimizi aklamakta efsane işe yarayan bir taktik.



Bu yalnızlaşma ve kendinle, yanlışlarınla, hatalarınla
yüzleşme süreçleri birlikte işleyebiliyor. Birisi önce, birisi sonra olsa biraz
daha kolay olabilirdi belki, bilinmez. Ve yüzleşmeler bitiyor mu bir noktada
sorusunun cevabı, ben de bilmiyorum olurdu.



Ama yüzleşirken, kendini suçlamak bitiyor mu? Bu daha
cevaplanabilir bir soru. Ne kadar derin bir suçluluk duygusu besleyip
büyüttüğünle orantılı olsa da bence bitiyor. Olana kabul vermek, olanı olduğu
gibi kabul etmeyi öğrenmek ve bir sonraki deneyiminde bunu hatırlayabilmek. En önemli
ayrıntı.



Kişisel veya spiritüel gelişim aslında kişiyi yetişkin olma
sorumluluğunu alma noktasına getiren bir süreç. Benim hocam her zaman der ki;
Yetişkin olmak yaptığınla kalabilmektir. 
Kendine bir alan açarken, diğerlerinin alanlarına ne kadar saygı
duyuyorsun? Kendi kararlarını verirken diğerlerinin kararlarına ne kadar saygı
duyuyorsun?



Düşünsene, çok sevdiğin bir kişi, senin daha önceden
geçtiğin, çok zarar gördüğün bir yolda ilerliyor. Onu durdurmak, zarar
görmesini engellemek için deliriyorsun. Senin yaptığın ama yapılmaması
gerektiğini düşündüğün veya senin yapmadığın ama yapılması gerektiğini
düşündüğün bir konunun içinde. Nasıl durup izleyeceksin?



İşte bu yolda bunları da öğreniyorsun, izlemeyi değil, daha
önce de bahsettiğim gibi herkesin kendi sürecine saygı duymayı. Tek
sorumluluğunun kendi sürecinden bahsetmek olduğunu ve vereceği kararı saygı
duyarak kabullendiğin gibi şefkatle de yanında durabilmeyi öğreniyorsun. Israr
etmenin, öfke göstermenin senin yolun yanlış benim yolum doğru tutturmasının
arkasındaki kibir ve kontrolcülük duygusuyla yüzleşmenin acısı yeni bir tokat
etkisi.



Bütün bunlarla içinde fırtınalar koparken yaşamın içinde
sakince akabilmek? Offf ki offff. Her şey yolunda zannederken bir anda kopan
bir olay, her şey berbat derken bir anda yoluna döndüren başka bir olay.
Nirvana’ya ulaştım derken, en edepsiz halinle yüzleşmek durumunda kaldığın bir
başka olay. Ben kendimi yırtıyorum kişisel gelişimimi sağlamak için bak şimdi
beni ne hale getirdiler çığlıkları. Hooppp başa dön yine başkalarını suçladın!
Ahh bunlar benimle alakalı ben ne yaptım cümleleri hoop kendini suçladın. Aman
Allahım ben galiba başaramıyorum, beceremiyorum göz yaşları. Hoop içindeki
değersizlik ve yetersizlik duyguları karşına duvarı ördü yine.



Tam dibe battığını hissederken, okuduğun, duyduğun bir cümle
ile güç alarak biraz daha güçlü bir yükseliş ve sonra yine dibe batış. İnsan
bir kere batıp da yerden güç alarak tekrar kalktığında bir daha hiç düşmezmiş
hep yukarı doğru bir ivmesi olurmuş sanrısının farkındalığı. Ve debelenmeler
içinde kendini aşağı çekiş halleri.



Düşmek ne demek? Kalkmak ne demek? Aşağısı ve yukarısı ne
demek? Ve aslında hiçbirinin gerçek olmadığını senin verdiğin anlamlarla bir
hale geldiğini fark etmek. Benim düşmek dediğim belki başkası için sendelemek, kalkmak
dediğimde belki de başkası için düşmek. Yani yol aslında dümdüz ve sadece
farklı sokakları var ve o sokaklarda gezip dolaşmak var. Bazılarını beğeniyorsun
bazılarını beğenmiyorsun başka bir sokağa dalıyorsun.



Ve bütün bu yolculuk boyunca tam da ihtiyacın olan rehberler
sürekli sana eşlik ediyorlar. Onları da iyi/ kötü doğru / yanlış olarak
etiketlemeden, senin o an da neye ihtiyacın varsa sana onu veren rehberler.



Ve bir şey daha öğreniyorsun, en büyük düşmanlığının da en
büyük hayranlığının da aslında senin içindeki potansiyelin olduğunu. Ve bunların
senin gizli kimliklerin olduğunu. 
Düşmanlık veya öfke gösterdiğin bir davranışın gölge yanın olduğunu onu
görüp kabul vermeden, hayranlık duyduğun davranış şeklinin potansiyelin
olduğunu ve onu ortaya çıkartmanı engelleyen tek şeyin gölgelerini reddetmek
olduğunu. Yazarken ve okurken bile bu kadar karışık gelen bir şeyi anlamak,
anladığına kabul vermek ve kabul verdiğini hayata geçirmek. Ve yolculuğun başka
bir süreci daha başladı.



Rehberler ararken, rehberlik de yapmak istiyorsun ve hatta çoğu
zaman farkında olmadan yapıyorsun da. En büyük şifacılar, en yaralı insanlardan
çıkar cümlesini duyunca, yaralarını küçümsüyorsun bile. Benim yaram şımarıklık
sadece, ne yaralı insanlar var bu hayatta diyorsun. Korkuyorsun yardım
edemezsem diye. Ve yine başka bir süreç, herkesi kurtarma çabası, arzusuna
eşlik eden büyük kibrin ile değersizlik, yetersizlik duygusunun ölesiye
çarpışması. Büyük harflerle yazıyorsun aklına, sen kurtarıcı değilsin. Herkesin
duymasına, görmesine duyduğun ihtiyacın altında yatan onaylanma arzusunu anlayıp,
sen kendini onaylayamazken hiç kimsenin onayının seni tatmin edemeyeceğini,
başkalarına şefkat göstermeye çalışırken kendini nasıl yerden yere vurduğunu
fark ederek yine suçluluk duygusuyla yüzleşiyorsun.



Yani bitti sandığın, içinden geçtim ve atlattım dediğin bütün
süreçler kendi içlerinde devinimlerini sürdürmeye devam ediyorlar. Oruç Aruoba’nın
bir yazısını hatırlıyorum;



‘’Bir mum yaktığında, bir süreç başlatırsın –
ama yürüyüşü senin elinde olmayan bir süreçtir bu; artık, kendi oluşma biçimini
izleyecek, senin elinde olmadan da zaman içinde, varması gereken noktaya
varacaktır’’



İşte kişisel veya spiritüel gelişim sürecini tam da bu mum
sürecine benzetiyorum. Her şey tam da zamanında ve tam da olması gerektiği gibi
oluyor. Yazının sonunda sen ne yaparsan yap mumun sönecektir diyor ama ben de
diyorum ki, sen mumun içinde yanan fitil gibi önce kendini aydınlat sen
yandıkça ateşin de aydınlattığın alan da büyüyecektir.



En başa geri dönersek, zorlu bir yolculuk mu? Ben yolculukta
olma halinden keyif almayı, her deneyimin bana verdiği hizmetini anlamaya
başladıktan sonra zor veya kolay olarak adlandırmayı bıraktım. Bu, bir bebeğin
anne karnına düştükten sonra sağlıkla doğabilmesi için olan süreci gibi, bir
tohumu veya fideyi toprağa ektikten sonra, lezzetli meyveler vermek için tamamlaması
gereken süreç gibi herkesin kendine özel devam ettireceği, erken, geç, zor,
kolay, uzun, kısa gibi tanımlamaların olmadığı tam zamanında ve tam da olması
gerektiği gibi bir süreç.



Bu yolculuğa 2017 yılının sonlarında başladım. Ve hatta bu
blog sayfasını o dönemde açmıştım, Funda yeni bir yolculuğa başladı diye bir
yazı bile yazmıştım ama devam etmemiştim. Yani neredeyse 7 yıl önce başlayan
bir hikaye devam etmek için bugünü bekledi. 7 gün, 7 ay, 7 yıl veya 70 yıl
herkes için farklı ve hiç kimsenin süreci bir başkasından daha anlamlı veya
daha anlamsız değil herkes için tam da olması gerektiği zamanda tam da olması
gerektiği şekilde.



Sevgi ve Dostlukla, katkı olması dileğiyle!

Funda Gülşen İpekçi

İnstagram @fundikoloji

Yorum bırakın